Genel olarak
Gürcistan hemen hemen bizim Doğu Karadeniz gibi yağışlı bir ülke, ülkenin
genelinde Karadeniz iklimi hakim, bu da bol bol yağış demektir. Ben Mayıs
ayının beşinde Batum’a girdim, bu satırları 19 Mayıs 2023 tarihinde yazıyorum,
yani iki haftadır buradayım sadece iki gün güneş gördüm, diğer günlerin tamamı
çok bulutlu ve yağışlıydı, yağışlar bazen sağanak şeklinde bazen de çiseleme
şeklinde oldu, çiselese bile bisikletle uzun yol yapıyorsanız o çiseleme insanı
sırıl sıklam yapmaya yetiyor. Yaz aylarında sanırım ki bu yağışlar bu kadar
yoğun olmaz, ama eğer Mayıs ayında Gürcistan’a gitmeyi düşünüyorsanız bol
yağışlı günlerle karşılaşmayı göze almalısınız.
Hopa'da başlayan bisiklet turumda Batum’da üç gece
kaldım, bunun nedeni Türkiye’den çıkmadan satın aldığım Turkcell yurtdışı
hattının çalışmaması idi. Benim yaklaşık 25 yıldır kullandığım faturalı
Turkcell hattımı faturalıdan konturlüye çevirdim ve 350 TL değerinde bir
yurtdışı paketi satın aldım. Bana paketin Türkiye’de çalışmayacağı ama
yurtdışına çıkar çıkmaz otomatik çalışmaya başlayacağı söylendi. Hat çalışmadı,
ve işin kötüsü ben neden çalışmadığını bilmiyordum, bu konuyla iki gün
uğraştık, sonunda Türkiye’deki kardeşlerim işi ortaya çıkardı. Bana yurtdışı
paketini satan Turkcell satış temsilcisi paketi numaraya tanımlamış ama açılış
yapmamış. Bu arada yanımda yedek bir telefonum vardı ve ona yerel internet
paketi satın aldım. Turkcell’in internet sitesine girip derdimi internet
üzerinden anlatayım dedim ama öyle aptalca bir sistem kurulmuş ki telefon
numarama mesaj gönderip onay istiyor, ulan zaten telefon numaram çalışmadığı
için ben sizinle iletişim kurmaya çalışıyorum, sizin mesajınızı nasıl
alabilirim dingiller.
Neyse Batum’da üç
gece kaldım ve Turkcell dengesizinin yurtdışı telefon paketim de çalışmaya
başladığı için dördüncü sabah yola çıktım. Google Map’a “Batum – Tiflis” yazıp
aradım ve yol tarifi olarak verdiği Batum Tiflis karayolu üzerinden pedal
çevirmeye başladım. Daha önce de yazdığım gibi sürekli yağmur yağan bir memleket
ben de yol boyunca ıslana ıslana gittim. Akşama doğru Lançhuti şehrine vardım,
hava karardı kararacak durumda, gitmeden önce internetten yaptığım araştırmada
Lançhuti şehrinde birkaç hotel, hostel vs olduğunu okumuştum, ama gittiğimde
buranın çok küçük bir şehir (belki de kasaba ama Google map şehir diyor)
olduğunu gördüm. Meydanda bir hotel var ama çalışıp çalışmadığı bile belli
değil, içerde ışık falan yok, o sıra bir köşede sohbet eden orta yaşlı üç adam
gördüm, onlara yaklaşıp Hotel? Diye sordum, adamın bir tanesi “Türkçe
biliyorsun”? diye sordu, benim “Evet, Türküm” demem üzerine ne arıyorsun,
nereden geliyorsun gibi sorular sordu. Hotel veya hostel arıyorum deyince hemen
birilerine sordu, birkaç taksici ile konuştu ve en sonunda meydanda olan oteli
göstererek burası var ben başka bilmiyorum dedi. Hotel David idi otelin adı,
ama otel daha yeni kurulmuş içeride kimse yok, hatta içeride resepsiyon masası
bile yok, sadece kapıda asılı bir afişte yazılı bir telefon numarası var,
adının Aslan olduğunu öğrendiğim bana yardım etmeye çalışan kişi hemen numarayı
aradı ve ilgili kişinin beş dakikaya kadar geleceğini söyledi, birazdan bir
kadın geldi ve bir üst kattaki odalardan birini açtı, oda gayet güzel,
tertemiz, içinde sıcak suyu var, daha ne isteyeyim. Gecelik fiyatı da 50 Lari,
gayet uygun. O gece “David Hotel”de kaldım, sabah erkenden kalkıp çantalarımda
bulunan müslü ve süt ile kahvaltımı yaptım ve tekrar yola çıktım.
Planım Lançhuti’den
sonra Kutaisi şehrinde konaklamaktı, zira Kutaisi çevresinde görülebilecek çok
güzel yerler vardı ama yol beni Kutaisi’ye bırakmadı, Kutaisi’yi geçtim, bunun
üzerine daha ilerideki Zestafoni şehrini hedef yaptım, gerçi Kutaisi’yi
geçtikten sonra Kutaisi’ye bir yol ayrımı gördüm ama geri dönmek içimden
gelmedi. Zestafoni’ye doğru pedal çevirmeye devam ettim. Bir süre sonra şehre
ulaştım, biraz dolaştıktan sonra şehrin merkezinden uzakça bir yerde bir hotel
tabelası gördüm, içeri girdim, yaşlı bir kadın vardı, elimle kaç para işareti
yaptım, o da hesap makinasına 40 yazdı, parayı ödedim ve o gece orada kaldım,
oldukça geniş, tuvaleti ve banyosu içinde olan bir odaydı. Sabah erkenden
kalkıp sütlü müsli ile kahvaltımı yaptım ve yola koyuldum.
Zestafoni’den
çıktıktan sonra Gürcistan’daki en zor etaba başladığımı bilmeden pedal
çevirmeye başladım, bir süre sonra yol inşaatı gördüm, bir gördüm pir gördüm,
yaklaşık 100 km olan yolun neredeyse 80 kilometresinde yol inşaatı vardı.
Mevcut yol belli ki çok eski, bir gidiş bir geliş toplam iki şerit, güvenlik
şeridi yok, sürekli tırlar geçiyor, her tarafta hafriyat kamyonları, iş
makinaları, bir taraftan çiseleyen yağmur, zaman zaman yol inşaatının
atıklarından dolayı asfaltın üzerini kaplayan çamur. Ve çok hafif eğimli ama
çok uzun bir tırmanış, bisiklette yük olmasa o tırmanış en küçük bir yorgunluk
bile vermez ama bisikletin ön ve arka bagajları en az 20 Kg vardır, bu yükle o
hafif rampa üstelik de yağmur altında beni çok yordu. Yol inşaatında
sayamadığım kadar çok tünel, birkaç viyadük inşaatı gördüm. Muhtemelen birkaç
yıl sonra bu etapta bisiklet sürecek arkadaşlar bu tünellerden geçerek son
derece konforlu bir sürüş yapacaklardır. Surami kasabasına/köyüne kadar inşaat
hiç bitmedi, Surami’de bitti. Surami çıkışında 1600 metrelik zorlu bir rampa
var, o rampa bittikten sonra otoyola giriliyor, yol değil sanki kağıt helva, o
derece güzel yani. Amacım Gori şehrine kadar gidip Gori’de konaklamaktı ama yol
o kadar zordu ki Gori’ye gelmeden Gomi adlı bir yerde konaklama kararı verdim.
Gomi çok küçük bir kasabaymış, bir girişi var, girişte bir de polis karakolu
var, bir de su, kola vs satan bir kadın var, kadına hotel? Diye sordum, yok
dedi ve içeriye doğru birine bağırarak çağırdı, ortaokul çağlarında bir çocuk
geldi, “Burada otel yok” dedi, ne yapacağımı düşünmeye başladım, gidip polis karakoluna
sorayım diye düşünürken kasabanın girişinde bekleyen taksiciler “Türkiş
Lokanta” demeye başladılar, yolun devamını gösterip parmağıyla bir işareti
yaptı biri, ben de kasabaya girmeden yola devam ettim ve Türkiş lokanta
dedikleri yerin bir tır parkı olduğunu gördüm. “Akdeniz Tır Parkı”, işleten
yaşlı bir Gürcü kadın, lokantada çalışan kadınlar da Gürcü ama hepsi gayet
güzel Türkçe konuşuyorlardı, tır parkı Türk tırcılarının uğrak yeri olduğu için
her şey Türk kültürüne göre ayarlanmış, yemekler Türk yemekleri, bu sırada
tanıştığım bir tır şoförü işletmeci olan Gürcü kadına bana bir oda ayarlaması
ricasında bulundu. Orası bir otel değil, tırcılar gelip yemeklerini yiyip
çaylarını kahvelerini biralarını içip kendi tırlarında yatıyorlar, orası otel
olmadığı için oda da yok doğal olarak. Ama kadın bana, sen biraz bekle, ben
sana bir oda ayarlayacağım dedi, bir süre sonra gel dedi, beni yukarı çıkardı
ve boş bir oda gösterdi, nasıl olursa olsun canıma minnet, içinde banyo tuvalet
yok ama ortak kullanılan bir banyo tuvalet var. Dikkatimi çeken bir konu ise o
katta çok kadın oluşu, “Allah Allah, vardır bir hikmeti” deyip üzerinde
durmadım. Sonradan işi anladım, alt katın bir bölümü lokanta ama bir bölümü de
pavyon olarak ayarlanmış, o kadınlar da pavyonda konsomatrislik yapan kadınlar,
muhtemelen bir kadının odasını boşaltıp bana verdiler. Gece çok geç saatlere
kadar çok yüksek sesle müzik çalındı (tabii ki pavyon olunca doğal). Sabah
erkenden kalkıp duş aldım aşağıya indim, tüm kapılar kilitliydi, mecburen beklemek
zorunda kaldım, bir süre sonra işletmeci kadın geldi ve kapıları açtı, bana
biraz beklersen çorba çıkacak dedi, biraz sonra mutfakta çalışan kadınlardan
biri geldi ve çok kısa bir süre sonra nefis bir Ezo gelin çorbası içtim ve yola
koyulmak üzere yola koyuldum.
Zestafoni ile Gomi
arasında çok yorulduğum ve Stalin’in doğduğu kent olduğunu bildiğim için kısa
mesafedeki Gori şehrinde konaklamayı planladım. Gomi’de iken Gori şehrindeki
hotel, hostel araştırmamı yaptığımda bir hosteli gözüme kestirdim, Gori’ye
gidince hosteli buldum, yarım yamalak Türkçe konuşan yaşlı bir kadın evin
sahibiymiş, internette gördüğüm rakamın iki misli bir para istedi benden, ama
ben internette (Booking.com) şu kadara görmüştüm deyince bana tuvalet kadar
büyüklüğü olan bir odada iki katlı bir ranza gösterdi. Teşekkür ederim, ben
burada kalamam dedim ve oradan ayrıldım. Bu arada konu dışına çıkarak bir
açıklama yapayım; Hostel denilen şey bildiğimiz yatakhane, kimi hosteller yan
yana dizilmiş yataklardan oluşuyor, kimi hosteller iki katlı ranza şeklinde
oluyor. Bu hosteller genellikle evinin bir ya da birkaç odasını bu iş için
ayırmış amatör işletmeciler tarafından işletiliyorlar. Tecrübe ile sabittir ki
amatör işletmeciler müşteriyi yolunacak kaz olarak görürler (istisnalar tabii
ki vardır), bu yüzden acaba biraz daha fazla koparabilir miyim diye düşünürler
ve sonunda kaybeden kendileri olurlar ve yapmaya çalışıp da kurnazlıkları
yüzünden yüzlerine gözlerine bulaştırdıkları işletmeleri çok uzun ömürlü olmaz.
Profesyonel işletmeciler ise öyle (genellikle) düşünmezler, müşteri memnuniyeti
profesyoneller için çok daha önemlidir, bu açıdan yaklaşanlar hep daha başarılı
olurlar)
Ben o hostelden
ayrılıp Gürcistan hatlı telefonumdan kısa bir araştırma yapıp bir otel buldum,
son derece temiz, kahvaltı dahil Royal Hotel’i buldum, orada kaldım, aslında
iki gece kalacaktım (bir gün Stalin müzesi vs için) ikinci gece grip oldum ve
toplam beş gece kaldım. Gerçi grip hafif geçiyordu ama bisiklet sürüp yorulunca
ağırlaşabilir düşüncesiyle beş gece kalmanın daha mantıklı olduğunu düşündüm,
doğru düşündüğümü sanıyorum. Beş günün sonunda iyileşince sabah erkenden yola
çıkıp Tiflis’e son etap olan yola çıktım.
Gori’den yol çıktım,
bir süre sonra yağmur atıştırmaya başladı, bir süre sürüşe devam ettim, zaman
zaman benzinliklerde ve yoldaki üzeri kapalı otobüs duraklarında kısa molalar
verdim, yine yağmurun bol olduğu bir sırada kapalı kasa bir minibüs durarak
“Tbilisi?” diye sordu, “Yes” demem üzerine bisikleti boş olan kapalı kasaya
koyup Tiflis’e doğru minibüs ile yola devam ettik, sanıyorum 20 km kadar gittik
ve Tiflis’in ilk girişinde yakın bir yerde ben indim ve sürüşe devam ettim.
Yaklaşık 15 km daha sürüş yaptıktan sonra Tiflis merkeze ulaştım, önceden
booking.com aracılıyığla rezervasyon yaptığım hostelin hiç de fotoğraflarda
olduğu gibi olmadığını anladım ve daha önce de internette gördüğüm ve kafamda
bir türlü anlamlandıramadığım Fabrika Hostel’de ayaküstü rezervasyon yaptım. Bu
satırları Fabrika Hostel’in yatakhanesinden (koğuş da denilebilir) yazıyorum.
Biraz yukarıda yazdığım hostellerin amatör işletmeciler tarafından işletildiği
bilgisi Fabrika Hostel için geçerli değil, burası kelimenin tam anlamıyla
profesyonel bir işletmecilik düşüncesiyle işletilen farklı bir yer. Fabrika
Hostel’in bende uyandırdığı duygular çok daha başka. Bunları da ayrıca
yazacağım tabii ki.
Tiflis’te birkaç gün
kaldım ve şehri gezdim, insanlar genellikle iyi, özellikle yaya geçitlerinde
yayalara çok saygı gösteriliyor, araçlar durup yayalara yol veriyorlar.
Karayoluyla Tiflis’ten Azerbaycan’a geçemeyeceğimi anladım, acaba
uçakla İran’a mı gitsem diye düşünürken bir taraftan da bisikleti uçakta
taşıyabilmek için bisiklet kutusu arıyordum. Bir bisikletçide bulabildim, o da
kutuya anasının nikahını isteyince birden bütün düşüncelerimi bırakıp
Türkiye’ye gitmeye ve Türkiye’den Tayland’ın başkenti Bangkok’a gitmeye karar
verdim. Otobüsle Trabzon’a geçtim, bir otelde üç gün konakladım, bu arada
bisiklet kutusunu ayarladım (Trabzon Kuzey Bisiklet, Allah iyi insanlarla karşılaştırsın
kardeşim), uçak biletimi de alıp üçüncü gün Bangkok’a uçtum.