26 Mayıs 2023 Cuma

Bisikletle Batum'dan Tiflis'e

 Genel olarak Gürcistan hemen hemen bizim Doğu Karadeniz gibi yağışlı bir ülke, ülkenin genelinde Karadeniz iklimi hakim, bu da bol bol yağış demektir. Ben Mayıs ayının beşinde Batum’a girdim, bu satırları 19 Mayıs 2023 tarihinde yazıyorum, yani iki haftadır buradayım sadece iki gün güneş gördüm, diğer günlerin tamamı çok bulutlu ve yağışlıydı, yağışlar bazen sağanak şeklinde bazen de çiseleme şeklinde oldu, çiselese bile bisikletle uzun yol yapıyorsanız o çiseleme insanı sırıl sıklam yapmaya yetiyor. Yaz aylarında sanırım ki bu yağışlar bu kadar yoğun olmaz, ama eğer Mayıs ayında Gürcistan’a gitmeyi düşünüyorsanız bol yağışlı günlerle karşılaşmayı göze almalısınız.

 Hopa'da başlayan bisiklet turumda Batum’da üç gece kaldım, bunun nedeni Türkiye’den çıkmadan satın aldığım Turkcell yurtdışı hattının çalışmaması idi. Benim yaklaşık 25 yıldır kullandığım faturalı Turkcell hattımı faturalıdan konturlüye çevirdim ve 350 TL değerinde bir yurtdışı paketi satın aldım. Bana paketin Türkiye’de çalışmayacağı ama yurtdışına çıkar çıkmaz otomatik çalışmaya başlayacağı söylendi. Hat çalışmadı, ve işin kötüsü ben neden çalışmadığını bilmiyordum, bu konuyla iki gün uğraştık, sonunda Türkiye’deki kardeşlerim işi ortaya çıkardı. Bana yurtdışı paketini satan Turkcell satış temsilcisi paketi numaraya tanımlamış ama açılış yapmamış. Bu arada yanımda yedek bir telefonum vardı ve ona yerel internet paketi satın aldım. Turkcell’in internet sitesine girip derdimi internet üzerinden anlatayım dedim ama öyle aptalca bir sistem kurulmuş ki telefon numarama mesaj gönderip onay istiyor, ulan zaten telefon numaram çalışmadığı için ben sizinle iletişim kurmaya çalışıyorum, sizin mesajınızı nasıl alabilirim dingiller.

 Neyse Batum’da üç gece kaldım ve Turkcell dengesizinin yurtdışı telefon paketim de çalışmaya başladığı için dördüncü sabah yola çıktım. Google Map’a “Batum – Tiflis” yazıp aradım ve yol tarifi olarak verdiği Batum Tiflis karayolu üzerinden pedal çevirmeye başladım. Daha önce de yazdığım gibi sürekli yağmur yağan bir memleket ben de yol boyunca ıslana ıslana gittim. Akşama doğru Lançhuti şehrine vardım, hava karardı kararacak durumda, gitmeden önce internetten yaptığım araştırmada Lançhuti şehrinde birkaç hotel, hostel vs olduğunu okumuştum, ama gittiğimde buranın çok küçük bir şehir (belki de kasaba ama Google map şehir diyor) olduğunu gördüm. Meydanda bir hotel var ama çalışıp çalışmadığı bile belli değil, içerde ışık falan yok, o sıra bir köşede sohbet eden orta yaşlı üç adam gördüm, onlara yaklaşıp Hotel? Diye sordum, adamın bir tanesi “Türkçe biliyorsun”? diye sordu, benim “Evet, Türküm” demem üzerine ne arıyorsun, nereden geliyorsun gibi sorular sordu. Hotel veya hostel arıyorum deyince hemen birilerine sordu, birkaç taksici ile konuştu ve en sonunda meydanda olan oteli göstererek burası var ben başka bilmiyorum dedi. Hotel David idi otelin adı, ama otel daha yeni kurulmuş içeride kimse yok, hatta içeride resepsiyon masası bile yok, sadece kapıda asılı bir afişte yazılı bir telefon numarası var, adının Aslan olduğunu öğrendiğim bana yardım etmeye çalışan kişi hemen numarayı aradı ve ilgili kişinin beş dakikaya kadar geleceğini söyledi, birazdan bir kadın geldi ve bir üst kattaki odalardan birini açtı, oda gayet güzel, tertemiz, içinde sıcak suyu var, daha ne isteyeyim. Gecelik fiyatı da 50 Lari, gayet uygun. O gece “David Hotel”de kaldım, sabah erkenden kalkıp çantalarımda bulunan müslü ve süt ile kahvaltımı yaptım ve tekrar yola çıktım.

 Planım Lançhuti’den sonra Kutaisi şehrinde konaklamaktı, zira Kutaisi çevresinde görülebilecek çok güzel yerler vardı ama yol beni Kutaisi’ye bırakmadı, Kutaisi’yi geçtim, bunun üzerine daha ilerideki Zestafoni şehrini hedef yaptım, gerçi Kutaisi’yi geçtikten sonra Kutaisi’ye bir yol ayrımı gördüm ama geri dönmek içimden gelmedi. Zestafoni’ye doğru pedal çevirmeye devam ettim. Bir süre sonra şehre ulaştım, biraz dolaştıktan sonra şehrin merkezinden uzakça bir yerde bir hotel tabelası gördüm, içeri girdim, yaşlı bir kadın vardı, elimle kaç para işareti yaptım, o da hesap makinasına 40 yazdı, parayı ödedim ve o gece orada kaldım, oldukça geniş, tuvaleti ve banyosu içinde olan bir odaydı. Sabah erkenden kalkıp sütlü müsli ile kahvaltımı yaptım ve yola koyuldum.

 Zestafoni’den çıktıktan sonra Gürcistan’daki en zor etaba başladığımı bilmeden pedal çevirmeye başladım, bir süre sonra yol inşaatı gördüm, bir gördüm pir gördüm, yaklaşık 100 km olan yolun neredeyse 80 kilometresinde yol inşaatı vardı. Mevcut yol belli ki çok eski, bir gidiş bir geliş toplam iki şerit, güvenlik şeridi yok, sürekli tırlar geçiyor, her tarafta hafriyat kamyonları, iş makinaları, bir taraftan çiseleyen yağmur, zaman zaman yol inşaatının atıklarından dolayı asfaltın üzerini kaplayan çamur. Ve çok hafif eğimli ama çok uzun bir tırmanış, bisiklette yük olmasa o tırmanış en küçük bir yorgunluk bile vermez ama bisikletin ön ve arka bagajları en az 20 Kg vardır, bu yükle o hafif rampa üstelik de yağmur altında beni çok yordu. Yol inşaatında sayamadığım kadar çok tünel, birkaç viyadük inşaatı gördüm. Muhtemelen birkaç yıl sonra bu etapta bisiklet sürecek arkadaşlar bu tünellerden geçerek son derece konforlu bir sürüş yapacaklardır. Surami kasabasına/köyüne kadar inşaat hiç bitmedi, Surami’de bitti. Surami çıkışında 1600 metrelik zorlu bir rampa var, o rampa bittikten sonra otoyola giriliyor, yol değil sanki kağıt helva, o derece güzel yani. Amacım Gori şehrine kadar gidip Gori’de konaklamaktı ama yol o kadar zordu ki Gori’ye gelmeden Gomi adlı bir yerde konaklama kararı verdim. Gomi çok küçük bir kasabaymış, bir girişi var, girişte bir de polis karakolu var, bir de su, kola vs satan bir kadın var, kadına hotel? Diye sordum, yok dedi ve içeriye doğru birine bağırarak çağırdı, ortaokul çağlarında bir çocuk geldi, “Burada otel yok” dedi, ne yapacağımı düşünmeye başladım, gidip polis karakoluna sorayım diye düşünürken kasabanın girişinde bekleyen taksiciler “Türkiş Lokanta” demeye başladılar, yolun devamını gösterip parmağıyla bir işareti yaptı biri, ben de kasabaya girmeden yola devam ettim ve Türkiş lokanta dedikleri yerin bir tır parkı olduğunu gördüm. “Akdeniz Tır Parkı”, işleten yaşlı bir Gürcü kadın, lokantada çalışan kadınlar da Gürcü ama hepsi gayet güzel Türkçe konuşuyorlardı, tır parkı Türk tırcılarının uğrak yeri olduğu için her şey Türk kültürüne göre ayarlanmış, yemekler Türk yemekleri, bu sırada tanıştığım bir tır şoförü işletmeci olan Gürcü kadına bana bir oda ayarlaması ricasında bulundu. Orası bir otel değil, tırcılar gelip yemeklerini yiyip çaylarını kahvelerini biralarını içip kendi tırlarında yatıyorlar, orası otel olmadığı için oda da yok doğal olarak. Ama kadın bana, sen biraz bekle, ben sana bir oda ayarlayacağım dedi, bir süre sonra gel dedi, beni yukarı çıkardı ve boş bir oda gösterdi, nasıl olursa olsun canıma minnet, içinde banyo tuvalet yok ama ortak kullanılan bir banyo tuvalet var. Dikkatimi çeken bir konu ise o katta çok kadın oluşu, “Allah Allah, vardır bir hikmeti” deyip üzerinde durmadım. Sonradan işi anladım, alt katın bir bölümü lokanta ama bir bölümü de pavyon olarak ayarlanmış, o kadınlar da pavyonda konsomatrislik yapan kadınlar, muhtemelen bir kadının odasını boşaltıp bana verdiler. Gece çok geç saatlere kadar çok yüksek sesle müzik çalındı (tabii ki pavyon olunca doğal). Sabah erkenden kalkıp duş aldım aşağıya indim, tüm kapılar kilitliydi, mecburen beklemek zorunda kaldım, bir süre sonra işletmeci kadın geldi ve kapıları açtı, bana biraz beklersen çorba çıkacak dedi, biraz sonra mutfakta çalışan kadınlardan biri geldi ve çok kısa bir süre sonra nefis bir Ezo gelin çorbası içtim ve yola koyulmak üzere yola koyuldum.

 Zestafoni ile Gomi arasında çok yorulduğum ve Stalin’in doğduğu kent olduğunu bildiğim için kısa mesafedeki Gori şehrinde konaklamayı planladım. Gomi’de iken Gori şehrindeki hotel, hostel araştırmamı yaptığımda bir hosteli gözüme kestirdim, Gori’ye gidince hosteli buldum, yarım yamalak Türkçe konuşan yaşlı bir kadın evin sahibiymiş, internette gördüğüm rakamın iki misli bir para istedi benden, ama ben internette (Booking.com) şu kadara görmüştüm deyince bana tuvalet kadar büyüklüğü olan bir odada iki katlı bir ranza gösterdi. Teşekkür ederim, ben burada kalamam dedim ve oradan ayrıldım. Bu arada konu dışına çıkarak bir açıklama yapayım; Hostel denilen şey bildiğimiz yatakhane, kimi hosteller yan yana dizilmiş yataklardan oluşuyor, kimi hosteller iki katlı ranza şeklinde oluyor. Bu hosteller genellikle evinin bir ya da birkaç odasını bu iş için ayırmış amatör işletmeciler tarafından işletiliyorlar. Tecrübe ile sabittir ki amatör işletmeciler müşteriyi yolunacak kaz olarak görürler (istisnalar tabii ki vardır), bu yüzden acaba biraz daha fazla koparabilir miyim diye düşünürler ve sonunda kaybeden kendileri olurlar ve yapmaya çalışıp da kurnazlıkları yüzünden yüzlerine gözlerine bulaştırdıkları işletmeleri çok uzun ömürlü olmaz. Profesyonel işletmeciler ise öyle (genellikle) düşünmezler, müşteri memnuniyeti profesyoneller için çok daha önemlidir, bu açıdan yaklaşanlar hep daha başarılı olurlar)

 Ben o hostelden ayrılıp Gürcistan hatlı telefonumdan kısa bir araştırma yapıp bir otel buldum, son derece temiz, kahvaltı dahil Royal Hotel’i buldum, orada kaldım, aslında iki gece kalacaktım (bir gün Stalin müzesi vs için) ikinci gece grip oldum ve toplam beş gece kaldım. Gerçi grip hafif geçiyordu ama bisiklet sürüp yorulunca ağırlaşabilir düşüncesiyle beş gece kalmanın daha mantıklı olduğunu düşündüm, doğru düşündüğümü sanıyorum. Beş günün sonunda iyileşince sabah erkenden yola çıkıp Tiflis’e son etap olan yola çıktım.

 Gori’den yol çıktım, bir süre sonra yağmur atıştırmaya başladı, bir süre sürüşe devam ettim, zaman zaman benzinliklerde ve yoldaki üzeri kapalı otobüs duraklarında kısa molalar verdim, yine yağmurun bol olduğu bir sırada kapalı kasa bir minibüs durarak “Tbilisi?” diye sordu, “Yes” demem üzerine bisikleti boş olan kapalı kasaya koyup Tiflis’e doğru minibüs ile yola devam ettik, sanıyorum 20 km kadar gittik ve Tiflis’in ilk girişinde yakın bir yerde ben indim ve sürüşe devam ettim. Yaklaşık 15 km daha sürüş yaptıktan sonra Tiflis merkeze ulaştım, önceden booking.com aracılıyığla rezervasyon yaptığım hostelin hiç de fotoğraflarda olduğu gibi olmadığını anladım ve daha önce de internette gördüğüm ve kafamda bir türlü anlamlandıramadığım Fabrika Hostel’de ayaküstü rezervasyon yaptım. Bu satırları Fabrika Hostel’in yatakhanesinden (koğuş da denilebilir) yazıyorum. Biraz yukarıda yazdığım hostellerin amatör işletmeciler tarafından işletildiği bilgisi Fabrika Hostel için geçerli değil, burası kelimenin tam anlamıyla profesyonel bir işletmecilik düşüncesiyle işletilen farklı bir yer. Fabrika Hostel’in bende uyandırdığı duygular çok daha başka. Bunları da ayrıca yazacağım tabii ki.

 Tiflis’te birkaç gün kaldım ve şehri gezdim, insanlar genellikle iyi, özellikle yaya geçitlerinde yayalara çok saygı gösteriliyor, araçlar durup yayalara yol veriyorlar.

Karayoluyla Tiflis’ten Azerbaycan’a geçemeyeceğimi anladım, acaba uçakla İran’a mı gitsem diye düşünürken bir taraftan da bisikleti uçakta taşıyabilmek için bisiklet kutusu arıyordum. Bir bisikletçide bulabildim, o da kutuya anasının nikahını isteyince birden bütün düşüncelerimi bırakıp Türkiye’ye gitmeye ve Türkiye’den Tayland’ın başkenti Bangkok’a gitmeye karar verdim. Otobüsle Trabzon’a geçtim, bir otelde üç gün konakladım, bu arada bisiklet kutusunu ayarladım (Trabzon Kuzey Bisiklet, Allah iyi insanlarla karşılaştırsın kardeşim), uçak biletimi de alıp üçüncü gün Bangkok’a uçtum.


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Filipinlerde ATM den para çekmek

  Kamboçya'dan Filipinler'e uçakla geçtim, Manila havaalanında indikten sonra bir ATM den kredi kartım ile para çekmeye çalıştım, ad...